Nutuk

Nutuk (SÖYLEV)-yayımlama bölümü-17

Nutuk (SÖYLEV)-yayımlama bölümü-17

Efendiler, Yunus Nadi Bey, verdiğim bilgiler ve yaptığım açıklamalardan gerçek durumu anladı. Bizimle haberleşmenin devamına gerek görmedi. Aksine, yeni hükümeti ve özellikle Cemal Paşa’yı uyarmaya çalışmış… Gerçekten, açıklayacağım üzere, görünüşte de olsa, bir anlaşma durumu ve manzarası ortaya çıktı.

Efendiler, 6 Ekim 1919 günü de geçti. Biz eldeki tedbirlerin önemle ve dikkatle yürütülmesi gereğini bir genelge ile emrettik.

Efendiler, Yunus Nadi Bey’le haberleşmemizin ertesi günü, nihayet, sadrazamdan cevap değil, fakat Cemal Paşa’dan şu telgrafı aldık:

Harbiye 7.l0.I9l9
Saat 12.O7
Cemal Paşa Kabine Adına Milli İradeye Aykırı Hareketlerden Kaçınılacağına Söz Veriyor
Mustafa Kemal paşa Hazretleri’ne
Şimdiye kadar yapılan haberleşmelerin özeti:
1- Kabine sizinle aynı düşüncededir, milli iradenin hâkimiyetini kabul eder. Ancak, bir öç alma kabinesi olmaktan çekinir. Suçluların cezalandırılmasını kanuni yollarla yerine getirmeyi de uygun buluyor.
2- Zarara uğramış valilerin uğradıkları haksızlıklara son verip durumlarını düzeltmeyi, yeterli olanlarını seçip özellikle atamayı, ordunun şeref ve disiplinini de iade etmeyi tamamen üstlenir.
3- Devlet, dışarıda karşı şeref ve haysiyetini yeniden kazanabilmek için milli iradeye ve Hey’et-i Temsiliye’ye dayanacaktır.
4- Hey’et i Temsiliye’nin bir temsilcisi olarak, bütün içtenliğimle ve saygılı bir duygu ile arz ediyorum ki, kabine, Hey’et-i Temsiliye’nin hem dışa hem de içe karşı, hâkim oluyor anlamını vermeksizin kendisine yardımcı durumda kalmasını ister ve bu büyük gücün yararını takdir eder. Her şeyden önce, telgrafların karşılıklı olarak ve serbestçe çekilmesini, yerinde bırakılacak veya yeniden tayin edilecek vali ve komutanların hemen hareket edebilmesini, özellikle, kabul edilen yeni Milletvekilleri Seçimi Kanunu’nun her yere dağıtılarak duyurulabilmesini pek yararlı görür.
5- Milli iradeye aykırı davranışlardan kaçınılacağına söz verirsem, geriye yalnız, ayrıntılarının şekil ve zamanı kalır ki, bunun da pek kolay olabileceğine inancım vardır. Vatanın kurtarılmasını hedef alan gayenin gerçekleşmesine, hemen elbirliği ile çalışabilmek için, ayrıntılar üzerinde ısrar edilmemesini, zâtıdevletlerinin yardımlarını bekler, pek rica eder, saygıdeğer arkadaşların hepsine de saygılarımı sunarım.
Harbiye Nazırı
Cemal

Bu telgrafa hemen olumlu ve samimi olan şu cevabımızı verdik:

Şifre Sivas, 7.10.1919
Harbiye Nazırı Cemal paşa Hazretleri’ne
İlgi: Zâtıdevletlerinin telgrafta belirttikleri hususlara, madde madde, sırayla aşağıdaki cevap arz olunur:
1- Kabinenin bizimle tam bir birlik ve beraberlik içinde, milli iradenin hâkimiyeti ilkesini kabul buyurmasına, millet adına teşekkürlerimizi arz ederiz. Kabinenin, Hey’et-i Temsiliye’nin ve bütün milli teşkilâtımızın öç alıcılıkla lekelenmesi, bizce de son derecede sakınılacak ve çekinilecek bir husustur. Bu noktada ve suçluların kanuni yollarla cezalandırılmaları gereğinde de kabine ile bir görüş birliği içindeyiz.
2- İkinci maddede yazılanlar için de özellikle teşekkür ederiz. Bundan önce arz edilmiş olan hususlarda, bu noktanın üzerinde durulmasının sebebi şuydu:
Milli dâvâya ve Milli Mücadele’ye karşı tutumlarından dolayı, millet tarafından reddedilen bazı vali ve komutanlar, şekle uyma düşüncesi ile geçici bir süre için de olsa, görevlerine iade edildikleri takdirde, gittikleri yerlerde kabullerine imkân görülmediğinden, hükümet otoritesine karşı saygısızlık doğabilir endişesi idi.
3- Üçüncü madde, özellikle şükranla karşılanmaya değer. İnşallah birlik ve beraberlik içinde, vatan ve milletimizin kurtuluş ve mutluluğunu sağlamamız kısmet olur.
4- Tam bir içtenlikle ve büyük bir güvence ile arz ederiz ki, kabinenin gösterdiği ciddiyet ve samimiyete karşılık, Hey’et-i Temsiliye ne içeriye ne de dışarıya karşı hiçbir vakit bir hâkim olma durumu almayacak, aksine tam bir görüş birliği ile kabul buyrulan esaslar çerçevesinde, hükümetin güç ve otoritesini artırıp sağlamlaştırmayı vatan ve milletin selameti için görev sayacaktır. Bu konuda asla şüphe ve tereddüt buyrulmamasını arz ve rica ederiz. Özellikle zâtıdevletlerinin, tüzüğümüzün sekizinci maddesi gereğince, doğrudan doğruya Hey’et-i Temsiliye’miz üyesi sıfatıyla kabinede temsilci olarak bulunmaları her iki tarafın da işlerinde ve kararlarında anlaşmaya varmaları bakımından bir güvence sağlayacağı için sevindiricidir.
Artık kabine ile milli teşkilâtımız arasında, her noktada görüş birliği ve uzlaşmaya varıldığı anlaşıldığına göre, elbette, haberleşme konusundaki kayıtlar da kaldırılacaktır. Ancak, Hey’et-i Temsiliye, bütün Anadolu ve Rumeli’deki teşkilât merkezleri ile bağlantısını devam ettirmek zorunda olduğundan, özel telgraflar şeklinde yapılmakta olan telgraf haberleşmelerimizin eskiden olduğu gibi devamına müsaade buyrulmasını özellikle istirham ederiz. Burada şunu da arz edelim ki, hükümet, emirlerini tebliğe başladığı dakikada, hiçbir tarafta herhangi bir engelle karşılaşmamak ve en küçük bir otorite sarsılmasına uğramamak gerektiğinden, bu hususun sağlanması ve Hey’et-i Temsiliye tarafından gerekenlere gerekli tebligatın yapılabilmesi için, kırk sekiz saat kadar zaman bırakılmasını rica ederiz. Hey’et-i Temsiliye tarafından yapılacak tebligata esas olmak ve millete güven vermek üzere yayınlanmasını rica ettiğimiz kabine bildirisinin gizli olarak yayınlanmadan önce, bu suretinin hey’etimize lütuf buyrulmasını özellikle istirham ederiz. Çünkü bu bildiride, bir kelimenin bile milletçe yanlış anlamaların devamına yol açabileceğini ve Hey’et-i Temsiliye’yi de millete karşı pek güç bir durumda bırakabileceğini bütün samimiyetimizle arz ederiz.
Hey’et-i Temsiliye tarafından Zâtışâhâne’ye takdim edilecek bir teşekkür yazısı ile millete yapılacak tebliğ suretini gerekli yerlere göndermeden önce, zâtıdevletlerine şimdi arz edeceğiz ve bunların metinine dair kabinece ileri sürülecek düşünceler saygıyla dikkate alınacaktır.
Yeni Milletvekilleri Seçimi Kanunu üzerindeki görüşümüzü daha sonra arz etmek üzere, söz konusu kanunun hangi görüşle hazırlanmış olduğunu lütfen bildirmenizi rica ederiz.
5- Temel noktalarda tam bir uzlaşma doğduktan sonra, zâtıdevletleriyle saygıdeğer arkadaşlarınızın samimiyetlerinden şüphe edilemeyeceğinden, konunun ayrıntıları üzerinde kendiliğinden görüş birliğine varılabileceği tabiidir. Bendenizin ve bütün çalışma arkadaşlarımın, en büyük saygı ve samimiyetlerimizle, zâtıdevletinizin ve içinde bulunduğunuz kabinenin başarıya ulaşmasına ve bu sayede vatanın kurtarılmasını hedef alan gayenin bir an önce gerçekleşmesine bütün varlığımızla çalışacağımıza emniyet buyurmanızı arz ve burada hazır olan bütün arkadaşlarımın selâmını ve saygılarını sunarım.
Mustafa Kemal

Cemal Paşa, bu telgrafımıza o gece cevap verdi. Bunda “bildirinin hemen yayınlanmasının zaruri olduğunu, ancak, gerekli noktalara dikkat edildiğini” bildiriyordu. Biz de aynı gece, nezaket gereği olmak üzere cevap verdik.

Fakat Efendiler, hükümetin, bildirisini yayınlamadan önce bize göstermek istemediği anlaşılınca, biz de millete olan bildirimizi hükümete danışmadan yayınladık; Padişah’a olan telgrafı da aynı şekilde çektik.

Efendiler, 7 Ekim 1919 tarihini taşıyan bildirimiz; milleti, tutulan yolun isabetli ve başarılı olduğu, bu yolda milli birliği koruyarak bugüne kadar olduğu gibi devam edilmesi konusunda, dolayısıyla aydınlatmaya, uyarmaya ve milletin manevi gücünü kuvvetlendirmeye yardımcı olmak maksatlarını dile getirmekte idi.
Padişah’a yazılan telgraf da millet adına teşekkürü içine alıyordu.

Efendiler, bu arada küçük bir bilgi arz edeceğim. Hey’etimiz, bütün memlekete milletin ortak isteğinin gereğini yerine getirtmeye çalıştığı sırada, işgal altında bulunan İzmir’e de doğrudan doğruya tebligatta bulunuyordu. Ali Rıza Paşa Kabinesi’yle anlaşmakta olduğumuz 7 Ekim 1919 tarihinde, İzmir’e de şu telgrafı çekiyorduk:

İvedi Sivas, 7.10.1919
İzmir Valiliği Yüksek
Katına
Şimdiye kadar gönderilen tebligat ve yazılarımız size ulaştıysa, gereklerinin yapılmakta olup olmadığının, ulaşmamış ise, engelleyici sebeplerinin acele bildirilmesi rica olunur.
Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Hey’et-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal

İzmir’in ve İzmir valisinin ne durum ve şartlar içinde bulunduğunu şüphesiz biliyorduk. Tebliğlerimizi alıp alamayacağı şüpheli olmakla birlikte, uygulayamayacağı tabii idi. Fakat, biz, bütün memleketin kaderiyle meşgul ve işgal tanımayan bir kuvvet merkezinin bulunduğunu düşmanlarımıza da bildirmekte yarar görüyorduk.

Kazım Karabekir Paşa’nın Benim Hükümetin İşlerine Karışmam Konusu’ndaki Düşüncesi

Efendiler, içinde bulunduğumuz günlere ait olaylara ve konulara dokunmuşken, burada küçük bir noktayı daha açıklamama müsaadenizi rica edeceğim. Kâzım Karabekir Paşa’dan gelen 8 Ekim 1919 tarihli bir telgrafta, şöyle bir görüş ileri sürülüyordu:
“Hey’et-i Temsiliye’den yüksek şahsiyetleri ile Rauf Beyefendi’nin ve bu gibi önemli şahsiyetlerin, milletvekili olduktan sonra da hiçbir şekilde hükümete karışmayarak Meclis’teki grubun başında daima söz sahibi olarak bulunulmasını, kabinenin şekli ve kuruluş tarzı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun Meclis-i Milli içinde hep denetleyici bir mevkide kalınmasını başarının önemli şartı ve uygulanması zaruri biz karar sayarım.”
“Bir davanın ve bir grubun en yüksek ve güçlü tanınmış olan şahsiyetleri, kendi yetki çerçevelerini aşıp da hükümet işine karışınca, Meclis-i Milli daima zayıf kalmış ve akımlar karşısında ya sürüklenmiş yahut da parçalanmıştır.”
“Vatan ve milletin bir bütün olarak kurtuluşunun şiddetle söz konusu olduğu bu devrede, arz ettiğim bu hususlar üzerinde kesin bir karara varmanızı derin saygılarımla istirham ederim.”

Efendiler, gerçekten de Erzurum’da bulunduğum zamanlarda, Kâzım Karabekir Paşa, karşılıklı olarak yaptığımız konuşmalarda da buna benzer görüşler ileri sürmüştür. Benim ileri sürdüğüm görüşler de aşağı yukarı şöyleydi: “Her şeyden önce, memlekette, milletin varlık ve iradesini ortaya koymak ve bunu sarsılmaz bir şekilde Milli Meclis’te temsil etmek gerekir. Bu da, memlekette milli bir ülkü etrafında kuvvetli bir teşkilât kurmak ve Meclis’te bu teşkilâta dayalı bir grup bulundurmakla mümkündür. En güçlü şahsiyetlerin gayesi bu olmalıdır. Oysa, şimdiye kadar görüldüğü üzere, asıl olan bu noktaya önem verilmeksizin, kendilerinde az çok liyakat görenler, hemen hükümete geçmek heves ve hırsına kapılıyorlar. Bu gibi insanlar, Meclis’te kendilerine dayanak olarak milli teşkilâta bağlı güçlü bir grup oluşturamayınca, geride yalnız saltanat ve hilâfet makamı kalıyor. Bu yüzden milli meclisler, milli şeref ve kudreti temsil edemiyor. Milli istekler ortaya konamıyor ve gerekleri yerine getirilemiyor. Bu bakımdan bizim için başta gelen en önemli ilke önce memlekette milli teşkilâtı kurmak, sonra da bu teşkilâttan kuvvet alan bir grubun başında, Meclis’te çalışmak olmalıdır. Hükümet kurmaya veya kurulacak herhangi bir hükümete girmeye kalkışmakta yarar yoktur. Çünkü bu nitelikte bir hükümet, vatana ve millete hiçbir esaslı hizmet veremeden hemen düşmeye yahut da padişaha dayanarak Meclis’e karşı ve dolayısıyla da millete karşı düşen bir durum almaya mecbur olacaktır. Böyle olunca da, birincisinde istikrarsızlık gibi büyük bir sakınca sürüp gidecek; ikincisinde de milli hâkimiyetin yavaş yavaş yok derecesine getirilmesine hizmet edilmiş olacaktır. “Nitekim sizlerce bilindiği ve fiili olarak da görüldüğü üzere biz memlekette önce milli teşkilat kurduk. Sonra Meclis’i topladık. Önce Meclis Hükümeti kurduk. Ondan sonra da Cumhuriyet Hükümeti’ni teşkil ettik.”
Bundan başka, fırsat düştükçe kabineye girilmeyeceği, yüksek makamı ve memuriyetler kabul edilmeyeceği ve aslında büyük ve milli gayeden başka hiçbir maksadın peşinde olmadığımız ve faaliyetimizin en büyük kısmının şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da Kuva-yı Milliye’nin bir denge unsuru olarak kalmasına çalışmaktan ibaret bulunduğu noktalarında millete karşı demeç ve bildirilerimiz vardı. Kâzım Karabekir Paşa, telgrafında, Erzurum’daki görüşlerimi ve bu görüşe bağlı olarak yayınlanan bildirilerimizi hatırlatarak takdirlerini ifade ettik ten sonra; “ancak, bu güzel azim ve kararın, şimdiye kadar bizde yapılmış denemeleri ve bunların verdiği sonuçlan göz önünde bulundurarak daha geniş çaplı olmasını düşündüğümü de özellikle arz ederim diyorlardı.”
Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa’nın bu görüş ve teklifi telgraflarının sonunda söyledikleri gibi, vatan ve milletin kurtuluşunun söz konusu olduğu bir devirde ve benim de açıkladığım üzere, daha memlekette hiçbir teşkilât ve Meclis yokken ve Meclis toplandığı zaman da Meclis’te böyle bir teşkilâta ve milli kudrete güvenir ülkü sahibi bir grup varlığını ispat edememişken, her ne şekilde olursa olsun hükümet kurmaya veya kurulacak hükümete girmeye heves etmek, elbette doğru olmazdı. Böyle bir davranışı memleket ve millet yararına hizmet gayretinden çok şahsi hırs ve menfaate yahut da hiç olmazsa bilgisizliğe vermekte, kanaatimce asla isabetsizlik yoktur.
Ancak, Efendiler, Karabekir Paşa’nın dediği gibi kabinenin ne şekilde ve nasıl kurulacağı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun, Meclis’te şekil bulmuş siyasi bir grubun ön plânda gelen şahsiyetlerinin Meclis içinde sürekli olarak söz sahibi ve denetleyici bir mevkide kalması, en önemli başarı şartı ve uygulanması zaruri bir karar sayılamaz.
Gerçekten de milli hâkimiyet ilkesine bağlı olarak idare edilen medeni devletlerde, kabul edilmiş olan ve fiilen yürürlükte olan kural, milletin genel eğilimlerini en yüksek düzeyde temsil eden ve bu eğilimlerin bağlı bulunduğu yararları en yüksek kudret ve yetki ile gerçekleştirebilecek siyasi grubun, devlet işlerini üzerine alması ve bunun sorumluluğunu en yüksek liderinin omuzlarına yüklemesi ilkesinden ibarettir.
Zaten bu şartları taşımayan bir Hükümet görev yapamaz. Hükümetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükümet kurmak, onu partinin birinci derecedeki liderlerinin direktif ve tavsiyeleriyle yürütmeye kalkışmak düşüncesi, elbette doğru değildir. Bunun feci sonuçları özellikle Osmanlı Devleti’nin son günlerinde görülmüştür.
İttihat ve Terakki liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükümetlerinden millete gelen zararlar sayılamayacak kadar çok değil midir?
Mecliste, hâkim olan partinin, hükümetin kurulmasını, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye bırakması ise asla söz konusu olamaz.
Kural ve yöntemlere göre, milletin çoğunluğunu temsil eden, programı belli olan parti, hükümeti kurma sorumluluğunu üzerine alır, memlekette kendi gaye ve ilkelerini uygular.

Kazım Karabekir Paşa’nın Kendisi de Hükümet İşlerine Karışmak İstiyor

Zaten herkesçe bilinen ve o yolda hareket edilmekte olan bir gerçeği, burada açıklamaktan maksadın, vatanseverlik, ahlâk üstünlüğü, olgunluk ve buna benzer birtakım seçkin vasıflar gereği imiş gibi gösterilmek istenen safsatalara karşı, milletin ve gelecek nesillerin dikkatli ve uyanık bulunmalarını sağlamaktır. Bu düşüncelerine vesile teşkil etmiş olan Kâzım Karabekir Paşa’nın da bu noktada, genellikle benimle aynı düşünce ve görüşte bulunduğuna asla şüphem yoktur. Çünkü Kâzım Karabekir Paşa’nın maksadı, elbette, yalnız benim veya Hey’et-i Temsiliye’de bulunan bazı arkadaşların hükümet kurmamasını veyahut hükümete girmemesini hedef almak değildi. Kâzım Karabekir Paşa, bu konuyla ilgili telgrafında, Rauf Bey’in ve benim adımı söylerken “bu gibi ön plândaki şahsiyetler” demiş olduğuna ve kendisini aynı sınıfta gördüğü tabii bulunduğuna göre, elbette kendilerinin de prensiplerinin dışında kalamayacağı belli idi. Oysa, Kâzım Karabekir Paşa, Hâtıramda yanılmıyorsam, milletvekili olarak, Meclis’te çalıştığı sırada, bir durumun gereği olarak yeni bir kabine kurulması söz konusu oldu. Ben bu hususta görüşmek üzere Fethi Bey, Fevzi Paşa, Fuat Paşa, Kâzım Paşa, Ali Bey, Celâl Bey, İhsan Bey ve Hükümet’teki arkadaşlarla daha başka on onbeş arkadaşı ve bu arada Kâzım Karabekir Paşa’yı Çankaya’ya davet etmiştim. Kâzım Karabekir Paşa, bana gelmeden önce, Meclis’te, o tarihte parti genel sekreteri olan Recep Bey’in yanına giderek, kendisini davet ettiğimi ve büyük bir ihtimalle hükümet başkanlığını teklif edeceğimi söyledikten sonra, şimdiden, kendisinin durum hakkında aydınlanmasına yardım edecek bilgileri varsa bildirilmesini söylemiştir.
Kâzım Paşa’nın Çankaya’da, toplantı ve görüşme sırasındaki tutumu da, orada hazır bulunanlar tarafından anlamlı görülmüştü. Kâzım Karabekir Paşa, görüşme sırasında, bu şekilde de millete hizmetten çekinmediğini pek haklı ve yerinde olarak ifade etmişti. Görüşmeler bir noktaya saplandı. Hükümet başkanı Fethi Bey mi, Karabekir Paşa mı olsun? Bu nokta üzerinde tartışılırken Kâzım Karabekir Paşa, bana 8 Ekim 1919 tarihinde tavsiye ettiği gibi, “kabinenin şekli ve kuruluş tarzı, üyelerinin değer ve kişilikleri ne olursa olsun, Milli Meclis içinde daima söz sahibi ve denetleyici olarak kalmayı, uygulanması zaruri bir karar saydığını” söylemedi. Aksine, durumu, hükümet kurmaya yetkili kılınmasını bekler nitelikte görülüyordu. Oysa daha vatan ve milletin tam olarak kurtuluşunun söz konusu olduğu devrin korkunç ve karanlık bir safhasını daha yaşıyorduk.
Görüşmeyi sonuca bağlamadım. Ara verdiğim bir sırada, Fevzi Paşa Hazretleri’ni bahçeye götürdüm: Kendisine, Fethi Bey ve Kâzım Karabekir Paşa’lardan birini hükümet başkanlığına seçmekte hakem olmasını rica ettim. Fakat ikisini de aynı zamanda çağırıp konunun şahsi ve basit bir konu olmadığını, sorumluluğun vatanla ilgili ve büyük olduğunu belirttikten sonra, açıktan açığa kendilerine, bu görevi hangisinin daha iyi yapabileceklerini, vicdanlarına başvurarak bizzat söylemeleri isteğinde bulunacaktı.
Yeniden toplandık. “Hükümeti ya Fethi Bey yahut da Karabekir Paşa kuracaktır. Görüşmelerin sonucundan bunu anlıyorum. Konunun çözüme bağlanmasında, Fevzi Paşa Hazretleri’ni hakem yapalım” dedim. Kabul edildi. Mareşal, Fethi Bey’i ve Karabekir Paşa’yı aldı. Bahçeye çıktılar. Belirttiğim şekilde hareket edilmiş. Fethi Bey, “ben daha iyi yaparım” demiş. Mareşal da bu kanıda bulunmuş ve Fethi Bey seçilmiştir. Böylece, Karabekir Paşa’nın hükümeti kurmakla görevlendirilmesine yardımcı olma fırsatı ortadan kalkmış bulundu.

Padişah Köleliğiyle Elde Edilen İktidar Makamı İktidarsızlık Örneğidir

Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi’yle başladığımız temas noktasına gelelim:
Arz etmiştim ki, hükümet, bize bildirisini yayınlanmadan önce vermediği için, biz de millete yapacağımız bildiriyi hükümetin görüşünü almaya gerek duymadan yayınlamıştık.
Bunun üzerine, hükümet, Cemal Paşa vasıtasıyla, daha dört maddenin çeşitli yollarla yayınlanmasını gerekli bulmakta olduğunu 9 Ekimde bildirdi. Bu maddeler şunlardı:
1- İttihatçılarla bir ilişkinin bulunmadığı,
2- Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na karışmasının doğru olmadığı, buna sebep olanlar aleyhinde adları da açıklanarak bazı yayınlar yapılması ve haklarında kanuni kovuşturma açılarak cezalandırılmaları,
3- Bütün savaş suçlularının kanuni cezadan kurtulamayacakları,
4- Seçimlerin serbestçe yapılacağı.
Cemal Paşa, bu maddeleri saydıktan sonra, bunların açık bir şekilde belirtilerek yayınlanmasının, içeride ve dışarıda birtakım yanlış anlamaların önüne geçeceğini ileri sürerek ve memleketin yüksek çıkarlarının bir gereği olarak, özellikle olumlu karşılanmasını rica ediyordu.

Efendiler, Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin ne kadar cılız düştüğünü ve gerçeği kavramaktaki görüş kıtlığını anlamak için bu maddeler sanki birer ölçüdür. Devletin, içine düştüğü felâket uçurumunun derinlik ve dehşetini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve gerçek çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Çünkü o ciddi ve gerçek çare kendilerini daha çok dehşete düşürür.
Akıl ve kavrayışlarındaki kısırlık, tabiat ve ahlâklarındaki zayıflık ve soysuzlaşma gereği böyledirler.
Çoktandır, köle olduğuna şüphe kalmamış olması gereken Padişah ve Halife’nin köleliği ile elde edilebilecek iktidar makamının, iktidarsızlığa örnek olması tabii değil miydi?
Ferit Paşa’nın yerine gelen Ali Rıza Paşa ile bir kısmı bundan önceki kabinede de görev almış bulunan yeni çalışma arkadaşları, Ferit Paşa’nın bırakmış olduğu noktadan başlayarak, onun sonuçlandıramadığı düşman emellerini takip ve sonuçlandırmaya çalışmaktan başka zaten ne yapabilecekti?
Bu, bizce, açık olarak biliniyordu. Fakat tahmin ve takdir buyrulacak birçok düşünce ve sebeplerle, hazımlı ve sabırlı davranmaktan başka çıkar yol yoktu.

Efendiler, uzlaşmış görünmeyi uygun bulduğumuz bu yeni kabine ile bizim görüşlerimiz arasındaki ayrılığın beliren ilk safhalarını görmek için, bu dört madde ile ilgili görüşlerimizi içine alan cevabımızı, Büyük Millet Meclisi zabıtlarının ilk günlerine ait sayfalarında, lütfen bir daha gözden geçirirsiniz.

Efendiler, bugünlerde İstanbul’daki basın mensupları bir dernek kurmuşlar. 9 Ekimde, Tasviır-i Efkâr; Vakit; Akşam, Türk Dünyası ve İstiktâl gazeteleri adına bazı sorular soruyorlar ve yayına esas olacak görüşlerimizi almak istiyorlardı. Bunlara, gereken açıklamalar yapıldı ve bilgiler verildi.
Bu basın hey’etinin başkanı Velit Bey’in de kendi gazetesi adına ilgi çekici soruları içine alan bir telgrafı vardı. Ona da yaverim vasıtasıyla karşılık verdirdim. Bunları belgeler arasında okuyacaksınız.

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu
Yandex.Metrica